Büyük Eşitin Tersi Nedir? Tarihsel Bir Perspektif
Tarih, bir halkın, bir toplumun veya bir devletin geçmişini anlatırken sadece olayları değil, aynı zamanda bu olayların toplumsal yapıyı, değerleri ve anlayışları nasıl şekillendirdiğini de ortaya koyar. Geçmişin izlerini sürerken, bazen bugünü daha iyi anlayabilmek için eski olayların ışığında günümüzü tartışmak gerekir. Büyük eşit ya da bir başka deyişle “eşitlik” kavramı, toplumsal düzeyde yıllar içinde şekillenmiş ve evrilmiş bir düşüncedir. Ancak, bu eşitliğin tersi nedir? Ne zaman eşitlik değil, eşitsizlik esas alınmıştır? Bu soruyu sormak, sadece matematiksel bir sorgulama değil, aynı zamanda toplumsal yapıların, politikaların ve güç ilişkilerinin tarihsel evrimini anlamak anlamına gelir.
Eşitlik Anlayışının Tarihsel Kökenleri
Eşitlik, tarihsel olarak farklı kültürlerde ve toplumlarda değişik şekillerde tanımlanmıştır. Yunan filozofları, özellikle Platon ve Aristoteles, eşitliği sadece bireyler arasındaki adaletli paylaşım olarak değil, aynı zamanda toplumun düzeni için gerekli bir kavram olarak görmüşlerdir. Ancak eşitlik anlayışı, her zaman mutlak bir kavram olarak işlememiştir. MÖ 4. yüzyılda, Aristoteles, eşitliği “benzerler için benzerlik” olarak tanımlar ve bu bakış açısı, zamanla sınıf farklılıklarını ve kadınların toplumsal statüsünü anlamada bir temel oluşturmuştur. Onun görüşüne göre, bazı insanlar “doğal olarak” diğerlerinden daha üstün veya eşitsizdir. Bu anlayış, tarihsel olarak eşitsizliğin “doğal” bir durum olarak kabul edilmesine zemin hazırlamıştır.
Büyük eşitliğin tersinin, yani eşitsizliğin kabul edilmesinin tarihsel temelleri, Antik Yunan’dan çok daha eskiye, toplumların yapısal sınıflara ayrıldığı, bireysel özgürlüklerin çok sınırlı olduğu toplumlara kadar uzanabilir. Roma İmparatorluğu döneminde, köleliğin yaygın olması, eşitsizliğin sadece toplumsal bir yapı değil, aynı zamanda ekonominin temeli haline geldiğinin göstergesidir. Roma’da, özgür vatandaşlar ve köleler arasında belirgin bir ayrım bulunuyordu ve bu eşitsizlik sadece yasal düzeyde değil, günlük yaşamda da kendini gösteriyordu.
Orta Çağ: Feodalizm ve Eşitsizlik
Orta Çağ’da, Avrupa’da feodal sistem, eşitsizliğin en açık biçimlerinden birini sunuyordu. Feodalizm, toprakların kraldan derebeylerine, derebeylerinden ise köylülere kadar dağıtıldığı bir sistemdi. Toprak sahipleri, köylüler üzerinde mutlak bir güç sahibiydi. Orta Çağ’da eşitsizlik, sınıflar arasındaki hiyerarşik ilişkilerle belirlenmişti ve bu düzen toplumun geneline yayılmıştı. Toplumsal roller, statüler, haklar ve ödevler net bir şekilde belirlenmişti.
Feodalizmde, kral, soylular ve köylüler arasında sıkı bir eşitsizlik vardı. Soylular, hukuk önünde ayrıcalıklıydı, köylüler ise genellikle toprak sahibinin egemenliğine tabiydi. Eşitsizliğin teorik temelleri, Thomas Hobbes gibi filozofların sosyal sözleşme teorilerinde de kendini gösterdi. Hobbes’un Leviathan adlı eserinde, toplumsal düzenin sağlanabilmesi için bireylerin eşitsizlikleri kabul etmeleri gerektiğini savunur. Ona göre, mutlak bir hükümet, halkın kendi haklarını feda etmesiyle meşrulaşır. Hobbes’a göre eşitlik, ancak hükümetin varlığını kabul eden bir toplumda olabilir.
Aydınlanma ve Modern Eşitlik Düşüncesi
Aydınlanma dönemi, eşitlik anlayışının önemli bir dönüm noktasıydı. Jean-Jacques Rousseau ve John Locke gibi filozoflar, toplumsal sözleşme kavramı üzerinden eşitlik anlayışlarını geliştirdiler. Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı eserinde, bireylerin doğuştan eşit olduğunu ve toplumsal eşitsizliğin, özellikle özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla başladığını savunur. Bu görüş, eşitliğin doğal bir hak olduğunu savunarak, eşitsizliğin aslında yapay bir durum olduğunu öne sürer. Rousseau’nun bakış açısına göre, eşitlik, özgürlükle birlikte bireylerin sahip olduğu temel haklardan biridir ve bu hakların ihlali, toplumsal düzenin bozulmasına yol açar.
Aydınlanma dönemi düşünürleri, aynı zamanda Fransız Devrimi’ne de ilham vermiştir. Devrim, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi ideallerle tanınsa da, bu dönemde de eşitsizlikler çok belirgindi. Fransız Devrimi’nin toplumsal etkileri, sınıf ayrımlarını yıkma çabalarının ve halkın eşitlik talebinin somut örnekleriydi. Fakat devrim sonrasında, bu eşitlik iddiaları çoğu zaman yalnızca belirli bir sınıfın çıkarlarına hizmet etmişti.
19. Yüzyıl: Sanayi Devrimi ve Sınıf Ayrımları
Sanayi Devrimi, 19. yüzyılın ortalarında, toplumsal eşitsizlikleri başka bir boyuta taşıdı. Fabrikaların yükselmesi ve şehirleşme, işçi sınıfının doğmasına ve işçi haklarının tartışılmasına yol açtı. Bu dönemde, eşitsizlik sadece toprak mülkiyetiyle değil, aynı zamanda ekonomik gücün, iş gücünün ve üretimin dağılımıyla da ilgilidir.
Karl Marx ve Friedrich Engels’in düşünceleri, sınıf mücadelesini ve eşitsizliğin tarihsel kökenlerini inceleyen önemli teoriler sunmuştur. Marx’a göre, kapitalizm, doğası gereği eşitsizliğe yol açan bir sistemdir. Burada büyük eşitlik, işçilerin emekleriyle elde edilen zenginliklerin, küçük bir burjuva sınıfına transfer edilmesinin tersine çevrilebilir. Marx, eşitsizliğin nihayetinde işçi sınıfının ayaklanması ve üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla sona ereceğini savunmuştur.
20. Yüzyıl: Eşitsizlik ve Sosyal Reformlar
20. yüzyılda, özellikle sosyalist ve kapitalist bloklar arasındaki ideolojik mücadele, eşitsizlik sorununun farklı biçimlerde ele alınmasına yol açtı. Ancak, bu dönemde de eşitlik arayışının önünde büyük engeller vardı. Dünya Savaşları ve büyük ekonomik krizler, toplumsal yapıların bozulmasına yol açmış ve eşitsizlikleri daha belirgin hale getirmiştir.
Modern toplumlarda, toplumsal eşitsizliği azaltmaya yönelik reform hareketleri, büyük bir ivme kazanmıştır. Birleşmiş Milletler’in, 1948’de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, eşitlik konusunda önemli bir dönüm noktasıydı. Ayrıca, medeni haklar hareketleri ve kadın hakları hareketi, eşitlik anlayışını toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf açısından genişleterek daha kapsayıcı bir hale getirmiştir.
Günümüz ve Eşitsizlik: Parantez İçindeki Eşitlik
Bugün, eşitlik düşüncesi hâlâ büyük bir tartışma konusudur. Küresel ölçekte, ekonomik eşitsizlikler arttıkça, eşitlik ve adaletin ne şekilde sağlanacağına dair sorular daha da derinleşmektedir. Kapitalizmin küresel etkileri, gelir dağılımındaki uçurumları daha da belirgin hale getirmiştir. Bununla birlikte, modern toplumlardaki eşitlik talepleri, sadece eşitsizliğin tarihsel boyutlarını değil, aynı zamanda toplumsal refah ve sürdürülebilir kalkınma gibi kavramları da gündeme getirmektedir.
Sonuç: Geçmişin Bugüne Yansıması
Eşitliğin tarihi, eşitsizliğin tarihidir. Geçmişteki toplumsal yapıların ve siyasi düzenlerin oluşturduğu eşitsizlikler, günümüzde hala devam eden ve yeniden şekillenen sorunlardır. Bugün, büyük eşitliğin tersinin ne olduğunu sorgularken, geçmişin bize sunduğu toplumsal yapıları, ekonomik sistemleri ve ideolojik savaşları hatırlamak önemlidir. Peki, günümüz dünyasında eşitsizlik hala kaçınılmaz mı? Yine de, eşitlik mücadelesi tarih boyunca sürekli bir arayış olmuş, insanlığın en temel değerlerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür.