Bir sabah mutfakta durup elindeki şişeye baktığını hayal et: balık yağı. Kapağı açmadan önce aklından geçen soru yalnızca “Bugün içmeli miyim?” değildir belki. Daha derinde, çoğu zaman fark etmeden sorduğumuz başka sorular vardır: “Doğru olan nedir?”, “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?”, “Bildiklerim ne kadar güvenilir?”
Balık yağı ne sıklıkla içilir? sorusu, ilk bakışta gündelik ve pratik görünür. Oysa biraz durup düşününce, bu basit sorunun bizi etik, bilgi kuramı (epistemoloji) ve ontoloji gibi felsefenin temel alanlarına taşıdığını fark ederiz.
Bu yazı, kesin cevaplar vermek için değil; bu sorunun etrafında dolaşan düşünce biçimlerini birlikte yoklamak için yazıldı.
Balık yağı ne sıklıkla içilir? Sorunun kendisi üzerine düşünmek
Felsefede bazen en önemli şey, cevaptan çok sorunun kendisidir. “Ne sıklıkla?” ifadesi, zamanı, düzeni ve normu ima eder. Yani ortada yalnızca bir takviye değil; bir yaşam pratiği, bir alışkanlık, hatta bir ahlak anlayışı vardır.
Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’te vurguladığı gibi, iyi yaşam ölçüyle ilgilidir. Ne eksik ne fazla. Bu bağlamda balık yağı sorusu, “ölçülülük” erdeminin modern bir yansıması gibi okunabilir. Ama ölçüyü kim belirler? Bilim mi, deneyim mi, otorite mi, yoksa bireyin sezgisi mi?
Epistemoloji: Ne biliyoruz, bildiğimizi nereden biliyoruz?
Bilgi kuramı açısından balık yağı
Epistemoloji, bilginin kaynağını ve sınırlarını sorgular. Balık yağı söz konusu olduğunda, bilgi genellikle üç kanaldan gelir:
– Bilimsel araştırmalar ve uzman görüşleri
– Popüler medya, sosyal ağlar ve reklamlar
– Kişisel deneyimler ve aktarılan hikâyeler
Platon’un Theaitetos’ta sorduğu soru hâlâ geçerlidir: “Bilgi nedir?” Eğer bilgi “gerekçelendirilmiş doğru inanç” ise, balık yağına dair inançlarımız ne kadar gerekçelendirilmiştir?
Uzman bilgisi mi, gündelik bilgi mi?
Modern insan, çoğu zaman kendi bedenine dair bilgiyi başkalarından ödünç alır. Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramını hatırlayalım: İktidar, bedenler üzerinde bilgi aracılığıyla işler. “Balık yağı her gün içilmeli” ya da “haftada birkaç kez yeterli” gibi ifadeler, yalnızca öneri değil; bedenin nasıl yönetileceğine dair söylemlerdir.
Burada epistemolojik bir gerilim doğar:
Kendi deneyimim mi daha güvenilir, yoksa istatistiksel ortalamalar mı?
Ontoloji: Balık yağı “nedir”?
Bir madde mi, bir anlam mı?
Ontoloji, varlığın ne olduğu sorusunu sorar. Balık yağı ontolojik olarak yalnızca bir yağ mıdır? Yoksa sağlıklı yaşam ideolojisinin bir simgesi mi?
Martin Heidegger, modern dünyada nesnelerin “kullanılabilirlik” (Zuhandenheit) üzerinden anlam kazandığını söyler. Balık yağı da bu anlamda, raflarda duran nötr bir nesne değil; “sağlıklı olmak için kullanılan şey” olarak var olur. Onu ne sıklıkla içtiğimiz, onunla nasıl bir ilişki kurduğumuzu gösterir.
Zaman, tekrar ve varlık
“Ne sıklıkla?” sorusu, zamanı döngüsel bir yapıya sokar. Günlük, haftalık, aralıklı… Kierkegaard’ın tekrar kavramını anımsayalım: Tekrar, hem aynılık hem de her seferinde farklılıktır. Balık yağını her gün içmek, her gün aynı eylemi yapmak değildir; her gün farklı bir bedenle, farklı bir ruh hâliyle yapılan bir eylemdir.
Buradan ontolojik bir soru doğar: Ben her gün aynı kişi miyim ki aynı sıklık bana uygun olsun?
Etik: Doğru olan ne, kime göre doğru?
Etik ikilemler ve sorumluluk
Etik, “ne yapmalıyım?” sorusunu sorar. Balık yağı bağlamında bu soru birkaç düzeyde ortaya çıkar:
– Kendime karşı sorumluluğum
– Doğaya ve diğer canlılara karşı sorumluluğum
– Topluma ve paylaşılan kaynaklara karşı sorumluluğum
Peter Singer’ın faydacılığı, eylemlerin sonuçlarına bakar. Eğer balık yağı tüketimi sağlık açısından fayda sağlıyorsa, bunu sürdürmek ahlaken doğru olabilir. Ancak aynı Singer, hayvanların acısını da ahlaki hesaba katar. Bu durumda soru değişir: Balık yağı tüketiminin ekolojik ve etik bedeli nedir?
Ödev etiği ve niyet
Kantçı bir perspektiften bakarsak mesele sonuçtan çok niyettir. Balık yağını “herkes yapıyor” diye mi içiyoruz, yoksa bedenimize karşı bir ödev bilinciyle mi? Kant’ın kategorik buyruğu burada tuhaf bir biçimde yankılanır: “Herkes benim yaptığımı yapsa dünya nasıl olurdu?”
Bu soru, tüketim alışkanlıklarımızı etik bir aynaya taşır.
Farklı filozoflar, farklı sıklıklar
Aristoteles: Altın orta
Aristoteles muhtemelen “ne her gün körü körüne, ne de tamamen ihmal” derdi. Ölçülülük, bağlama göre değişir. Bedene, yaşama koşullarına ve alışkanlıklara göre.
Nietzsche: Bedenin bilgeliği
Nietzsche, bedeni küçümseyen ahlaklara karşı çıkar. Ona göre bedenin kendine özgü bir bilgeliği vardır. Balık yağı ne sıklıkla içilir sorusuna Nietzscheci bir cevap, “Bedenini dinle” olurdu. Ama bu dinleme, keyfî değil; dikkatli ve cesur bir dinlemedir.
Çağdaş tartışmalar: Biyo-hacking ve özne
Bugün “biyo-hacking”, “optimizasyon”, “maksimum verim” gibi söylemler, balık yağı gibi takviyeleri performans araçlarına dönüştürüyor. Bu yaklaşım, insanı sürekli iyileştirilmesi gereken bir proje olarak görür. Ontolojik olarak bu, “eksik varlık” fikrini güçlendirir.
Burada durup sormak gerekir: Kendimizi sürekli optimize edilmesi gereken varlıklar olarak görmek, özgürleştirici mi yoksa yorucu mu?
Balık yağı ve modern insanın kaygısı
Balık yağı şişesi bazen sağlıktan çok kaygıyı temsil eder. “Ya yeterince yapmıyorsam?” korkusu… Felsefi olarak bu, belirsizlikle baş etme çabasıdır. Epistemoloji bize kesin bilgi vaat etmez; etik ise kesin doğru sunmaz. Belki de bu yüzden küçük ritüellere tutunuruz.
Kendi iç gözlemimden şunu fark ediyorum: Bir şeyi “düzenli” yapmak, bana kontrol hissi veriyor. Ama bazen bu kontrol, yaşamın akışını duymamı engelliyor.
Sonuç: Sıklık bir sayı mı, bir ilişki mi?
Balık yağı ne sıklıkla içilir? sorusu, felsefi bir denemede şuna dönüşüyor:
Ben bedenimle, bilgimle ve değerlerimle nasıl bir ilişki kuruyorum?
Epistemoloji bize şüpheyi, ontoloji varoluşu, etik ise sorumluluğu hatırlatıyor. Belki de “doğru sıklık”, takvimde işaretlenen bir gün sayısı değil; farkındalıkla kurulan bir temas biçimidir.
Yazıyı birkaç soruyla bitirmek istiyorum:
– Bedenine dair kararları alırken kime güveniyorsun?
– Bildiğini sandığın şeyler, gerçekten bilgin mi yoksa alışkanlığın mı?
– Sağlıklı olmak senin için bir amaç mı, yoksa hiç bitmeyen bir görev mi?
– Ve en önemlisi: Bir şişeyi eline aldığında, onun sana neyi hatırlatmasını istiyorsun?
Belki cevaplar net olmayacak. Ama belki de felsefenin hediyesi tam olarak budur: Belirsizlikle birlikte yaşamayı öğrenmek.